11 Ocak 2015 Pazar

Siyah Beyaz


Ses müzik setinden geliyor sandım, gök gürültüsüymüş.
Bu atmosferde de ancak Amy Winehouse dinlenebilirdi.
Onu dinlediğimde yaz günü de olsa bir sonbahar hayal ederdim. Ki yaz günlerine yakın bir bölümde tanıştım kendisiyle.
Sonbaharı söyler Amy. Siyah beyaz ve kasvetli olanı hatırlatır. Onu canlandırır gözünde.

Din, dil ve ırk bu geceki mevzumuz. Konuşa konuşa bitiremedik, bitiremeyeceğiz de.
Sadece dedim ki; “Saygı!”
Birbirimize saygı duyalım her ne olursa olsun, sen benim acılarıma saygı duy, ben senin acılarına. Babasız büyümüşlüğümüze zaten saygı duyarım.  Sen benim yandaşım ol. Yeter ki sen ol. Birbirimizi eşit olarak durabildiğimiz bir dünya varsa eğer orada biz olalım.

Kurumuş peynire dakikalarca takılı kaldığın gibi, bir dosta da öyle takılırsın rakı masasında. Tut ki oldu? Nasıl olurdu?
Bunlar ekte senin babasızlığında. Kabullenemiyorsun ama kabullen artık. Kabullenmek zorundasın.
Babasızlıktan yakınan tüm o güzel kızlar gibi sende her gördüğün ve güzel gönüllü tabir ettiğin adamlara hayran olacaksın. Görüyorsun ki ailesine değer veriyor. İşte bitti. Seni cezbetmesi için sade ve sadece bu yeterli. E şimdi ne dinleyelim?
Tabiki de Müzeyyen. 
Selam.
Bizi bizleri de rahatlatan sadece bu satırlardı işte.

Şimdi nasıl delirdiğimi soracak olursanız –ki sormazsınız– özgürlük arayışında derim.
Huzursuzluğun dibini sıyırdığım o evden kaçtım özgürlük arayışında. Bir başıma kaldım yine yakalayamadım, ellerimden uçup gitti özgürlük dediğimiz o şey.

“Özgürlük, tavanı kadar sokağın.”
/Mehmet Duğal
Sana katılıyorum beni dost saymayan dost. Hakkı olana hakkını teslim edelim şimdi.
Ve Emrah Serbes Adamım der ki; kendimizi özgür zannediyoruz ya, aslında sade ipimizi biraz uzun bırakmışlar hepsi o.

Olay dediğiniz o şeyler benim sadece ilhamım. Teşekkür ederim hepinize. Bana ilham veriyorsunuz.
Gördüğüm her hayat hikayesi o “Anlatsam Roman Olur“ dediğiniz tarzlar var ya benim gülüp geçtiklerim, izlediklerim.
Derlerdi “Zaman ekranında izleyeceğiz.” E izliyoruz. Ne değişiyor?
Cevap vereyim Yasemin. Hiçbir şey!

Bir gün daha sessizliğe uyandım. Ama sessizliğe inandım da.
Toplum arasında kulaktan kulağa konuşulmaz. Neden? Muhabbet ölür çünkü. Bazıları bazılarının muhabbetini öldürür.
Ben hep arabulucu oldum. Annemle babam arasında. Çöpçatanlık yaptığım arkadaşlarım arasında. Bana yakın olan ona uzak olan arkadaşım arasında. Denge kurmaya çalıştım. Neden?
Kavga çıkmasın ortam bozulmasın. Çünkü ortam bozuldukça benim canım sıkıldı. Çünkü şu yirmi iki yıllık ömrümde hep kavganın ortasına doğdum.
Beni artık yalnız bırakmasın. Ben özgürlük peşindeyim. Ama bir gün onu bulacağım. Ve benim gibi olan herkesi orada buluşturacağım. Gerçekten özgürlük savaşçısı olanları. Geri kalan defolsun gitsin.
Babam bir özgürlük savaşçısıydı. Bizde ata sporu.
Ablam olacak sürtüğün dediğine göre o hep mutluluğu aradı. Ama altmış yaşına dek bulamadı. Yani şimdilik. Belki bir yıl sonra bulur. Bilemezsin, yargılama.
Ben mutluluğu aramayı bırakalı çok çok uzun zaman oldu. Siz de boş verin. Çünkü bizim gibiler için mutluluk yok.
Sen de bitmişsin tamam, geçti. Ben kaybetmedim ama, sen yanımda olmadın. Sen de haklısın çok fazla bu kadar depresyon. Niye çekesin ki beni.
Emin ol o daha güzel. Senin gözlerin gibi gözleri. Mutlu ol…
  
“Dışı tenha insanın içi mahşer”
Uyanırsın yarı ölüm halinden. Rüya denen şey üzerine tez yazmış bir insanım, ilk öğrencilerime dediğim şeyi sizlere de söylerim “Beni ciddiye almak zorundasınız!”
Dediğim gibi rüyaların evrelerinden tut ki psikolojik açıklamalarına kadar biliyorum fakat terzinin kendi söküğünü dikemediği gibi; diyorum ki bu nasıl bir rüya?
Düşünsene bir sabah uyanıyorsun annen hayatta değil. Bu korku, her korkunun ötesinde.
Elin telefona giderken o arıyor seni. Ya başka biriyse? O kadar beynin uyuşmuş ki her ihtimali düşünüyorsun. Gördüğün o kare bir ay sonra bile gözlerinin tam önünde kalıyor. Çiçekler içinde yatan bir anne. Her şeyden önce o bir anne. Konu kapandı. O anlamda değil.
Anne olmak tüm günahları affettirir. Annenizin sizler için canını dişine takıp okulunuza devam etmeniz adına yedi düvelden borç alması gerekmez ona minnettar olmanız için.
Bir gün derse gidesiniz gelmese o anneyi düşünürsünüz. O neler yaptı? Babaların sustuğu yerde.
Babaların parmağını kaldırmadığı anlarda. Anneler hisseder içinizdeki acıları. Neler için uğraştığınızı.
Anneniz bir katil bile olsa, en uçlarda konuşuyorum, onu sevin. Sevmek zorundasınız. Çünkü o sizi yarım kilo kıyma halindeyken kabullenip hayatla buluşturandır.
Hayatınıza son da verebilirdi. Bu sadece bir sayfalık babalık raporuna bakar. Ama yapmadı. Sen şuanda buradasın, benim anlatmaya çalıştıklarımı anlamaya çalışıyorsun, bak nefes alıyorsun.
Anlatmak istediğim o kadar çok şey var ki, kelimelere döksem ifade edemeyeceğim gibi geldiğinden, anlatamıyorum kimseye. Tarifsiz acılar yaşattın bana baba.
Anlatmaya çalıştığımda insanların dudaklarında küçük birer tebessüm oluşturacak cinsten, trajikomik bir hikayem var; dinlersen.
Yazarken ağladığım cinsten. Sadece anlatmaya çalışıyorum.
Sürç-i lisan ettiysek affola.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder