30 Aralık 2014 Salı

Sağanak




Çok bulutlu ve gök gürültülü sağanak yağışlı !
Bu aralar gözümün aradığı belki de tek şey. Ya da beni mutlu edebilen mi demeliyim. Yağsın diyorum hep, yağsın ne olur ki, ruhlarımızı temizlesin biraz, içimizi bunaltmasın, rahatlatsın bizi. İyileştirsin beni. Çünkü yağmur adaletlidir, herkese eşit yağar.

Aslında bu seferki nefret söylemlerim tek bir kişiye yoğunlaşacak. Tek sorumluluğu birbirine acı çektirmek olan küçük topluluğumuza, başka bir deyişle aile kavramına değil. Sadece sana.

Merhaba Bayan Kocam Köylü,
Bak beni iyi tanıyanlar senin kim olduğunu çözdü bile!
Umarım okuyorsundur beni, okumasan da bir göz gezdiriyorsundur umarım. Çünkü bu sözlerin tamamı sana. Kendini değerli hissedebilirsin şimdi. Yıllardır ailenden görmediğin o cağnım şefkati işte sana ben gösteriyorum şimdi. Sana hakaret ederek yüceltiyorum seni.

Hayır hayır, benim çocukluğumu aşıran sen değilsin. Üzerine alınma lütfen. Sen sadece mini “minnoş” bir etkensin. Seni buraya birebir etiket etmeyi çok isterdim, ama böyle gizemli olması daha hoş. Çünkü eğer bir gün o küçük dağları yaratan sen, dönüp de bana bir bakarsan anlayacaksın burada bizatihi senden bahsedildiğini. Senden ve o can kardeşinden. Onu mevzuya çok değer bulmadım. Senden bahsetmek istiyorum biraz sevgili aile büyüğüm.

Gece böyle başladı.

Sen yeni yılı coşkuyla karşılıyorsun, bense bu lanet yılın son gününü senden bahsederek geçiriyorum. Neden? Çünkü tüm çirkinlikler bu yılda kalsın istiyorum.

-  Seninkiler resmen çocukluğunu aşırmışlar
-  Hayır, daha da geliştirip kitlelere sattılar.
/ Kayıp Kız – 2014

Söz konusu ben yani, normal, kusurlu, gerçek olan ben.
Kitlelerle neyi paylaşabilirim? Var mı fikrin?
Sen ve senin gibilerin bana kattıkları o tüm değerleri, değersizlikleri. İşte böyle böyle herkes bilecek sen ve beni küçük hanım. Herkese tanıtacağım, hiç şüphen olmasın. Hiçbir şey değişmeyecek olsa da.
Umrumda değil.
Bu yıl da senin yılın olacak tabii ki, benim olacak değil ya. Vaatlerini tuttun sen. Söylediğin gibi canımızı yaktın, hatta canımıza okudun. Tebrik ederim, kolay olmadığını biliyorum J

Artık aynaya bak.




29 Aralık 2014 Pazartesi

Bitti mi 2014?



Düşüncelerimden sıyrılıp da uyuyamıyorum geceleri. Yaklaşık birkaç aydır böyle. Yada birkaç yıl. Bilemiyorum. Önemli olan süreç değil, tam uykuya dalacakken aniden bir deprem sarsıntısı gibi geliveriyorlar üstüme. “Güzel şeyler düşün!” diyorum Yasemin, “Ferahlığa doğru ak ve git şu geceden artık” ama saçma sapan olan ne varsa üstüme üstüme geliyor.
Sevmesinler beni Despina, en fazla bir öğretmenler gününde bir buket çiçekle çalınsın kapım, ama sevmesinler, üzülmesinler bana yada halimi hatrımı sırf “Öldü mü acaba, bir bakayım” diyerek sormasınlar. Zaten benim de kimseyi sevecek halim kalmadı. Söyle onlara Despina.

“Begonvil Sevdaları” değil de, “Ağır Depresyon Günlükleri” olsun bunun adı. Begonvilleri hep sevmişimdir, neşeli güzel bir şey olur sanmıştım sadece. Ne var yine yanıldıysam yani.

Var mı yeni yıl için güzel planları olan? Ama şu “Harika bir yıldı, bunun parçası olduğun için teşekkürler!” tadında olanlardan değil. Eminim, eminim mükemmel planların var. Uludağ’a yada Kıbrıs’a gidiyorsun biliyorum. Yeni yıldan sağlık, mutluluk, huzur, para, para, para ve para bekliyorsun evet. Benim bir beklentim yok biliyor musun? Yeni yıldan da, bir sonrakinden de. Sana saçma gelebilir evet umutları hiç bitmeyen çocuk. Maalesef benim bitti.

Sadece şımartılmamış kızları sevmeyi becerebilseydiniz eğer bayım, en azından manen tatmin olmuş olabilirdim. Ama böyle oluyormuş işte. Baba faktörü yoksa eğer bir kızın hayatında, böyle oluyormuş. Güvensiz, mutsuz, huzursuz kız çocuğu. Çünkü sırtını yaslayacak kimse yok. Çünkü hayallerini gerçekleştirmek senin hakkın değil. Nerdeyse on üç yaşından beri. Belki daha öncesinde vardı onu da net hatırlamıyorum, hafızam iyi değildir zaten. Belki de bilerek unuttum. Unutmak istedim. Bilerek çevremi incelemeyi bıraktım artık, herkesin dikkat ettiği şeyler benim hiç ilgimi çekmez oldu.

Bugün kendimi 33 yıllık sanat –oyunculuk- hayatımı bir kenara bırakıp annesinin adadaki evine geri dönmüş, unutulmaya yüz tutmuş o meşhur isim/isimler gibi hissediyorum.
Daha 22 iken hem de evet.
Hatta 2015’e 1 kala.
Öyle yorgun, bitkin, öyle sıkılmış her şeyden.

Mutluluk eskiden Bugs Bunny bitti zannederken, aslanın kükremesiyle yeni bölümün başlamasıydı.

24 Aralık 2014 Çarşamba

Sahne I


Selam sana batan güneş, bugün de yakalayamadım seni. Sessizce geldin, sessizce gittin. Sonsuz boşluğun içine düştüğünde çok fazla düşünmezsin. Düşünmek istemezsin ya da üşenirsin. Düşünmemek daha tatlı gelir. Uykunun uykuyu getirdiği gibi. Bırakırsın kendini daha da büyük boşluğa.

 Sinema delilerin özgürce deli olabildikleri tek yerdir.
- Akıllı olmak daha iyi.

Yazmanın daha iyi geleceğini düşündüğün zamanlar olur. Tabi ki de bu yazdıklarım hiçbir yerde yayınlanmayacak ya da kimsenin s.kinde olmayacak. Ama hayal kurmak şuan yapabildiğim tek şeyse eğer, evet hayalim bir gün bu boktan ailemi kaleme almak olacaktır. Herkes, hepimiz öldüğümüzde birileri okuyup da “vay be, ne pezevenkler varmış” desin diye sadece. Gerçekte de çok fazla beklentim olmadığı doğrudur. Şu sıralar değil genel olarak hayattan çok büyük beklentiler içinde olmadığım gerçeği, beni aslında geriye mi itti ileriye mi bilinmez.

Ve şuan çevremdekiler dese ki “Napıyosun?” ilk kitabımı yazıyorum diye karşılık verebilirim. Delirdiğimi düşüneceklerdir. Ben deliliği severim. Akılları ise hiç anlayamadım. Hayat akıllı, uslu olmak için fazla ağır geldi bana hep. Ve neden tam olarak 21 Ekim 2014’te bir şeyler karalamaya başladın diye soracak olursanız. Ki sormazsınız. Ben yine de söyleyeyim; bugüne kadar kendime ayıracak bir dakikam yoktu sanki. Oturup da bilgisayarın başına, elimde bir kahveyle, dinginlik yaşayamadım hiç. Aslında bomboşken. Hiç kimseyken. Birden herkes oldum. Herkes gibi.

Hep melankoliye bağlıyorum ve buna engel olamıyorum. Yazmanın, yazabilmenin bir eğitimi var mıdır ki? Küçükken Türk Dili ve Edebiyatı öğrencilerine yazmayı, yazabilmeyi öğrettiklerini düşünürdüm. En yakın arkadaşım bu bölümü kazanıp da hocaları tarafından ruh ve sinir sağlığıyla oynanılana kadar. Şimdi yazabiliyor mu? Tabi ki. Ama önceden de yazabiliyordu. Velhasıl birisi bana yazmayla ilgili en azından tüyolar verirse sanırım hepimiz için – ihtimaller her zaman vardır, belki bir gün birisi okur diye – daha hayırlı olacak.   

 Akıllılardı, deli değillerdi.

Cennet, 2014 – Bazen yapım yılından çok senin izlediğin, keşfettiğin tarih önemli olur. Bazıları da araştırmacı ruhunun olmayışından mıdır, tembelliğinden midir, yapım yılını bilmediğinden bunu sanata bezemeye çalışır. Bir parantez içi için fazla uzun. Kısaca sizi kandırırlar. –

Bir şeyler ürettiğinde alınan o ilk tepki nasıl güzel heyecandır.  Ben bir bütün hikaye yazabileceğine inanan tiplerden değilim. Olsa olsa böyle bölük pörçük, saçma sapan olur. İşte bu yüzden de birinci basımda yarısı bile satılmayan kitaplarımla küçük bir evde öylece oturup kalacağımı şimdiden görür gibiyim. Ne olur ki. Sevgili babam bile yaklaşık elli yedi yaşında bir türkü albümü çıkarıp da hepimizin sabrıyla oynamamış mıydı sanki? Ne olurdu yani. Bir kere de ben bir şeylerin ucundan tutup da başaramasaydım. Çok muydu?

“Yolu uzun süre aşka düşmemiş bir adama denk gelirse yüreğiniz çalkalayın, zira dibine çökmüş olabilir seven yanları.”

 — İncir Reçeli 2, Bu sefer adam gibi, Ekim 2014 –

Herkesin vıcık vıcık sevdiğini anımsadığı bu hoş söz, bana babamı çalkalatacaktı.




22 Kasım 2014 Cumartesi

Nasılsın Kızım?

Nasılsın kızım? Anlat bana hikayeni, kimler üzdü gözlerini?
Nasılsın kızım? Söyle bana kendini, neler kırdı kalbini?
O taze saçlarda kimlerin eli yaşlanmış dumanlı nefesleri
Hoyratça itişleri, görgüsüz asaletsiz üzüşleri

Sen neler neler çektin ben biliyorum
Dokunsam ağlarsın hissediyorum
Hüzün zamanı geçti, onlar eskidendi bitti, hepsi geçti…

-Unutursam Fısılda, 19/11/2014-


Geçmedi Hümeyra abla geçmedi, geçmeyecek de.
Keşke bu şarkıyı biri kulaklarıma fısıldasa şimdi.
Aynı anda birden fazla şeyi düşünüp, kafa yorup, dert etmek sence de biraz fazla değil mi Yasemin?
Kesinlikle öyle ama, elden başka da bir şey gelmiyorsa demek ki.
Biz kendimizi kurtaramadık işte Despina. Yok, olmadı yani. Hele çalışmak için adeta malum bölgelerimizi yırttığımız şu günlerde, yok yine kurtaramadık kendimizi.
Kurtulup anılardan, yarınlara sarılamıyoruz işte. İllaki bir şeyler ters gidecek.
Yine de “Hep beni mi bulur? NEDEN BEN?” Demeyeceğim sana Allah’ım.
En mutlu anları tattığımda demiyordum çünkü “Neden ben?” diye.
Şimdi de demeyeceğim. Belki ben hak etmişimdir. Belki şu gariban hayatımda birkaç sınav daha vermem gerekiyordur.
Sadece imreniyorum. O güzel, mutlu, dertsiz demesek de az dertli ailelere. Çok imreniyorum.

“Sen unutan olacaksın, ben hatırlayan, tam tersiyken hakkaniyetli olan...”



Birkaç yıl sonra okuyun bunu.

Açılış şarkısı!


    Ben dilinde bir şeyler yazmak istemiyorum. Ben aslında şöyleyim, ben şöyle severim, benim tarzım şudur budur, ben her şeyin iyisini bilirim bla bla bla. Cümle içine İngilizce sokuşturmaları da sevmem aslına bakarsanız ama bu detay bile bir bencilik. Bakınız bencillik değil, ben-cilik. Kişinin dünyayı kendi etrafında döndürüşünü sevmem, evet “Her şeyden önce sen gelirsin” ve “Senden değerli hiçbir şey yok” tırıvırıları ne kadar doğru bir o kadar da teselli edici olsa da kendimizi fazla ön plana koymadan bir şeyler anlatabilmeliyiz karşımızdakilere. Bu da varoluşumun en uzun cümlesi olarak kayda geçsin lütfen.
      Sözün özü; dinlemeyi bilmeli insan. Çevremde, çevremizde bu çok basit görünen şeyi başarabilen pek çok insan yok. Herkes iyi bir dinleyici olduğunu iddia edebilir ama iyi bir dinleyici olduğuna inandığım çok nadir insan tanıdım şu kısa ömrümde. Belki de şımarık insanların beni bezdirmesindendir bu serzenişlerim. Biraz dinleyin be bizi. Anlatacak çok şeyimiz var. Biraz oturun bekleyin, sözümüzü kesmeyin hele ne ufuklar açacağız önünüzde. Yeni ufukların sevdalısı olan ben başkalarının hayatlarına küçücük de olsa bir pencereden bakabilmeyi sevmişimdir her zaman. Neden küçücük bir pencere? Çünkü herkesin sakladığı en az bir, en fazla milyonlarca yüzü vardır. Sana göstermek istediği pencereyi açar ve oradan öyle boş boş bakarsın içeriye.
     Hala el yazmaları döneminde olsaydık eminim ki benden olurdu. Benden olurdu ya. El yazımda özgürlüğüm var çünkü. Teknoloji düşmanlığı değil bu evet şuanda da tek bir kelimeden sonra kayıp gidiveriyor ellerimden ama yine de el yazımı ayrı bir seviyorum. O benim özgürlüğüm. Teknoloji düşmanı falan da değilim bu konuda anlaşalım, ömrümüz kaç iPhone daha görmeye yetecekse sanki. Meslektaşım Mandıra filozofu der ki bunu bulan Steve Jobs bile dört tanesini görebildi. Çok kasmayalım yani teknoloji derken. O yeter. Bunu fakirliğimden söylüyor olabilme ihtimalim de yüksek tabi belki de evim meşhur Macbooklarla dolu dizayn da olabilirdi. Nasip.
Teknolojiyi doğru ve yerinde kullanma taraftarıyım tabii. Tüm Türk halkı gibi. Eski sevgilimizin yeni sevgilisinin çeşitli sayfalarını takip etmek dışında bir şeyler yapabilmek gibi mesela. Sizlere bu konuda uzman birini gösterebilirim; Petemon. Muhtemelen siz bu satırları okurken çok sevgili kız kardeşim çoktan bir fenomen haline gelecektir. Hatta boyu kadar kitap yazmış şuanda Ankara’da bir imza günü veya söyleşi gerçekleştiriyor olabilir. Kim bilir.

-          "Hindistan cevizine seni bulasalar yerim Yasemin!"
/ Petek Oturanoğlu, Ekim 2014, Manisa.