Hayat sıradanlaştıkça rüyalar zenginleşiyor. Ancak rüyalar da hayaller gibi nankör. Tekrarı olmuyor. Gözlerimi ne kadar sıkı kaparsam kapayayım, rüyanın içindeki aynı mutluluk karesine dönmem imkansız. Biraz önce kulağımda yankılanan şarkıyı bir avuntu gibi içimden mırıldanıyorum.
Bisiklete binmeye benziyor yalnızlık. Bir kez bindin mi tamam. Unutulmuyor.
Bazen elimdeki bu dolma kalemi masanın üzerinde yıllardır yazdığım binlerce sayfa yalnızlık anısının üzerine bırakıp pencereye doğru birkaç adım atıyorum.
Bu kadar yüksekten bakıldığı zaman geçmişle gelecek arasında çok da fark görünmüyor.
Her ikisi de bilinmez, her ikisi de değişken.
Elimle saçlarımın arasında çocukluktan kalma bir yaranın izini arar gibi, düne ait yalnızlıklarımı aklıma getirmeye çabalıyorum.
Sadece anlar var.
Hepsi tek başına kimi zamanlar okyanuslarda hissedilen bir özgürlük kadar haşmetli, kiminde aynı okyanuslarda hissedilen küçüklük duygusu kadar ürkütücü.
Birkaç gündür masalsı bir mutluluğun herkesi sardığı bir imparatorlukta eski zamanlardan kalma sevinci seyrediyorum.
Mutluluk da mutsuzluk gibi bulaşıcı. Bir imparatorlukta mutlu olmanız için kral-kraliçe ya da prens-prenses olmanız gerekmiyor.
Zenginliklerin mutlulukları fakirlerin mutsuzluklarının üzerini kadife bir örtü gibi örtebiliyor.
Yıllarca bir prensesin hikayesini paparazzilerden dinledik durduk. Prenses Diana yalnızlığın mutsuzluk girdabından kurtulmak için çok çalışıp çabaladı ama başaramadı. Tıpkı bir bebeğin ilk ayağa kalkma gayreti gibi, yeni insanlarla, yeni aşklarla ağaya kalkmayı denedi, her seferinde kalktığı yere yığıldı.
Zaten sonuncusunda kalkamadı.
Görkemli hayatların asil hayalleri sıradan hayatın rutin gerçeklerinden, rüyalara kaçılacak bir acil çıkış kapısı gibi duruyor.
Masallar gerçeklere uymayınca gerçekler masallara uyarlanıyor. Bu yüzden yüzyıllardır babadan oğula devredilen monarşik düzenin bir anda babadan kızlara da devredilebileceği gündeme gelebiliyor.
Prensesin prense benzeyen oğlu saraya layık görüldüğü için yüzyıllardır süregiden monarşik düzende bile ufak tefek hileler yapılabiliyor.
Mesela babasına benzeyen küçük prensin, oğlu ya da kızı da olsa tahta ilk onun geçmesi konuşulabiliyor.
Yeter ki çocuklardan haylaz olan, yani prensese benzeyenin çocuğu halkın hayallerinin tahtına oturmasın.
Oysa yalanlar yaralara benziyor. Unutulsa da izi geçmiyor.
Ne kadar büyük bir yalana inanırsanız kapandı sandığınız gizli izleri de o kadar büyüyor.
Yalnızlıklar Sarayı'mda kalemimi masanın üzerine bırakıp aklımdan hızla uzaklaşmaya çalışan şarkıyı yakalamaya çabalıyorum:
pam pam pam pam pam papa pam pam pam...
/ÖZDEMİR Cüneyt, Eğlencisini Yitiren Ülke, Yalnızlık Sarayları, Syf 89.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder