2 Şubat 2015 Pazartesi

Anestezi

Kadehlerde yarım, dolapta hala bi 35lik kaldıysa eğer, ölmek zamanı değildi şimdi. Tam da “Pes!” diyecekken… Zamanında demiştik “Herkese, her şeye bir çaremiz var da, kendimize dermanımız yok” diye. Aynen de öyle.

-Rakı balığın pazarlama müdürü değil midir?

-Bir süre sonra kendi istediğin özellikleri hiç tanımadığın birine kıyafet gibi giydirmeye başlıyorsun.
Aynı kitabı okumuşuz, aynı filmi izlemişiz, aynı müziği dinlemişiz falan.
Hepsi hikaye!
Elemana giydirdiğin kıyafet aslında üstüne oturmamış ki, o ara sezon sonu diye kaçırmak istememişsin sadece, hatta bir beden büyük almışsın seneye de giyerim diye.
Sonra noluyo?
Kıyafetin altından çıkan adamın senin tanıdığın adamla alakası bile yok.
-Aslında hiç tanımaya çalışmadığın.
-Şimdi bundan sonrası tamamen şans. Kim diğer tarafı daha erken tanırsa o erken yırtıyo ilişkiden.
-Aşk konusunda ancak bu kadar can sıkıcı konuşulurdu. İncinicem diye aşktan kaçılmaz ki, nasıl olsa ölücez.
Ben de içmiyim o zaman rakıdan, nasıl olsa kusucam.
-Ne kadar açık konuşursam o kadar yaralanıyorsun ama. Keşke hep çakırkeyf kalabilen de, ne kussan ne başın ağrısa sabah…


/Kendime İyi Bak/

Bu bir rakı sofrası muhabbetiydi sadece en dolusundan. Her kelimesini dikkatle dinleten. Bana filmi ısrarla izleten küçük kardeşe minnettarım. İzlemesi için de yalvardığım insanlar oldu. Kulak asarsanız eğer, kaçırmayın derim. Farklı bakış açılarına açık olanlar için… Tabii kapılarını kapatanlara yasak bu film. Zaten anlamayacaklar ne anlatmak istediğini.

-Sıkıldın mı?
-Sıkılmadım.

Sıkılmadım diyen kim varsa, sıkıldı bizden Despina.
Aramızdaki en kıdemli darbelere içelim öyleyse. Madem çakırlaşan herkes “Beyaz giyme söz olur, siyah giyme toz olur” türküsü tersinden söylendiğinde fark edemiyor. Bizi de fark etmezler değil mi canımızı yakıp kaçanlar?
Güya durulacaktık. Biraz az içseydik olmaz mıydı sanki? Geçmiyor tabiî ki içince. Acıyı alıyor, bir nevi anestezi sadece. Uyuşturuyor bedenini belki de ruhunu. Hayır hayır “Uyuşukken sevemez ki insan” diyen ihtiyar duyuyorum seni. Önceleri uyuşmak içindi ama artık uyuşmaya çalışırken daha da çok seviyormuş insan. Bunu öğrendik.

Bir iz bırak burada, iz bırakanlar unutulmaz.
Bir ev vardı küçüktü belki ve bizimdi. 
Odalarda ışık yüzerdi ve bizimdi.
Bir gün hiç doğamadı güneş ve bitti.

“Antalya; bir insanın hayatında verebileceği en kötü karar.” dedi en sevdiğim oğlan kardeş.
Antalya çok korkunç. Antalya her şeyden önce çok tehlikeli.
Göze aldık.
             Geldik.
                        Bekliyoruz.

Halbuki huzur bulacağız sandık ilk günlerde. Kimse istemezdi böyle olsun, Yağmur’da, Deniz’de. O da bu da.
Özgürlük sandığımız şey Antalya’ydı o günlerde. Ya da birilerine kavuşmak. Bazısı için sevgili, bazısının sevgilisi o gamsızlık.
Yakalayamadık hiç birimiz aradığımızı.
Sadece istedik ki içelim;
İçelim ki kafamız güzel olsun. Peki neden?
Onları unutmak için. Arayıp bulamadığımız, yüzünü bile göremediğimiz, vazgeçtiğimiz herkes ve her şeyi bir nebze unutabilmek için.
Şimdi hepimizin niyeti şu güzel sandığımız şehirden kaçmak.
Kaçınca geçecekmiş gibi içince geçeceğini sandık. Günden güne daha da mutsuzlaştık.
Kaçınca aklımızdan çıkacak sandık o acıların hepsi. Ama son günlerde hep birbirimize ağlamayı öğrendik.
İşte şimdi sana ağlamak için geliyorum kız kardeşim. Sensin omzunu istediğim, sensin beni gerçekten anlayabilecek. Hiçbir şey sormadan beni dinleyebilecek. Yargılamayacak.
Bekle sekiz saat sonra omzundayım. Bekle ki senin olayım. Aslında bekle ki bana katlanmanı isteyeyim.
Seni çok özledim, sadece sana ihtiyacım var kız kardeşim. Senin omzuna, senin sarılışına, senin gözlerine. Çünkü benim yüzümden sen de ağlayacaksın çok. Belki de bu yüzden kaçtım bunca zaman… Sizi sıkmak istememiştim!




"İşte bende babamın öldüğü yaştayım" nakaratında sessiz kalanlardanım bu yüzden. Seni çok seviyorum baba. Aramızda geçen tüm belalara ve bela okumalara rağmen. Seviyorum seni. Çünkü doğum günündü dün!

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder