Kadehlerde yarım, dolapta
hala bi 35lik kaldıysa eğer, ölmek zamanı değildi şimdi. Tam da “Pes!”
diyecekken… Zamanında demiştik “Herkese, her şeye bir çaremiz var da, kendimize
dermanımız yok” diye. Aynen de öyle.
-Rakı balığın pazarlama
müdürü değil midir?
-Bir süre sonra kendi
istediğin özellikleri hiç tanımadığın birine kıyafet gibi giydirmeye
başlıyorsun.
Aynı kitabı okumuşuz, aynı
filmi izlemişiz, aynı müziği dinlemişiz falan.
Hepsi hikaye!
Elemana giydirdiğin kıyafet
aslında üstüne oturmamış ki, o ara sezon sonu diye kaçırmak istememişsin sadece, hatta bir beden büyük almışsın seneye de giyerim diye.
Sonra noluyo?
Kıyafetin altından çıkan
adamın senin tanıdığın adamla alakası bile yok.
-Aslında hiç tanımaya
çalışmadığın.
-Şimdi bundan sonrası
tamamen şans. Kim diğer tarafı daha erken tanırsa o erken yırtıyo ilişkiden.
-Aşk konusunda ancak bu
kadar can sıkıcı konuşulurdu. İncinicem diye aşktan kaçılmaz ki, nasıl olsa
ölücez.
Ben de içmiyim o zaman
rakıdan, nasıl olsa kusucam.
-Ne kadar açık konuşursam o
kadar yaralanıyorsun ama. Keşke hep çakırkeyf kalabilen de, ne kussan ne başın
ağrısa sabah…
/Kendime İyi Bak/
Bu bir rakı sofrası
muhabbetiydi sadece en dolusundan. Her kelimesini dikkatle dinleten. Bana filmi
ısrarla izleten küçük kardeşe minnettarım. İzlemesi için de yalvardığım
insanlar oldu. Kulak asarsanız eğer, kaçırmayın derim. Farklı bakış açılarına
açık olanlar için… Tabii kapılarını kapatanlara yasak bu film. Zaten
anlamayacaklar ne anlatmak istediğini.
-Sıkıldın mı?
-Sıkılmadım.
Sıkılmadım diyen kim varsa,
sıkıldı bizden Despina.
Aramızdaki en kıdemli
darbelere içelim öyleyse. Madem çakırlaşan herkes “Beyaz giyme söz olur, siyah
giyme toz olur” türküsü tersinden söylendiğinde fark edemiyor. Bizi de fark
etmezler değil mi canımızı yakıp kaçanlar?
Güya durulacaktık. Biraz az
içseydik olmaz mıydı sanki? Geçmiyor tabiî ki içince. Acıyı alıyor, bir nevi
anestezi sadece. Uyuşturuyor bedenini belki de ruhunu. Hayır hayır “Uyuşukken
sevemez ki insan” diyen ihtiyar duyuyorum seni. Önceleri uyuşmak içindi ama
artık uyuşmaya çalışırken daha da çok seviyormuş insan. Bunu öğrendik.
Bir iz bırak burada, iz
bırakanlar unutulmaz.
Bir ev vardı küçüktü belki
ve bizimdi.
Odalarda ışık yüzerdi ve bizimdi.
Bir gün hiç doğamadı güneş
ve bitti.
“Antalya; bir insanın
hayatında verebileceği en kötü karar.” dedi en sevdiğim oğlan kardeş.
Antalya çok korkunç.
Antalya her şeyden önce çok tehlikeli.
Göze aldık.
Geldik.
Bekliyoruz.
Halbuki huzur bulacağız
sandık ilk günlerde. Kimse istemezdi böyle olsun, Yağmur’da, Deniz’de. O da bu
da.
Özgürlük sandığımız şey
Antalya’ydı o günlerde. Ya da birilerine kavuşmak. Bazısı için sevgili,
bazısının sevgilisi o gamsızlık.
Yakalayamadık hiç birimiz
aradığımızı.
Sadece istedik ki içelim;
İçelim ki kafamız güzel
olsun. Peki neden?
Onları unutmak için. Arayıp
bulamadığımız, yüzünü bile göremediğimiz, vazgeçtiğimiz herkes ve her şeyi bir
nebze unutabilmek için.
Şimdi hepimizin niyeti şu
güzel sandığımız şehirden kaçmak.
Kaçınca geçecekmiş gibi
içince geçeceğini sandık. Günden güne daha da mutsuzlaştık.
Kaçınca aklımızdan çıkacak
sandık o acıların hepsi. Ama son günlerde hep birbirimize ağlamayı öğrendik.
İşte şimdi sana ağlamak
için geliyorum kız kardeşim. Sensin omzunu istediğim, sensin beni gerçekten
anlayabilecek. Hiçbir şey sormadan beni dinleyebilecek. Yargılamayacak.
Bekle sekiz saat sonra
omzundayım. Bekle ki senin olayım. Aslında bekle ki bana katlanmanı isteyeyim.
Seni çok özledim, sadece
sana ihtiyacım var kız kardeşim. Senin omzuna, senin sarılışına, senin
gözlerine. Çünkü benim yüzümden sen de ağlayacaksın çok. Belki de bu yüzden
kaçtım bunca zaman… Sizi sıkmak istememiştim!
"İşte bende babamın öldüğü yaştayım" nakaratında sessiz kalanlardanım bu yüzden. Seni çok seviyorum baba. Aramızda geçen tüm belalara ve bela okumalara rağmen. Seviyorum seni. Çünkü doğum günündü dün!
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder