5 Temmuz 2015 Pazar

Yeniden

Uykularımızı Kaçıran Düşünceler
***

Hepimizin hasreti bir memleket. Ankara’sı, Muğla’sı, İzmir’i, Samsun’u… Ailesi, gerçek ailesi! Bazısının gitmek için değil de dönmek için can attığı, benim gibilerin ise dönmemek için sınavını verdiği. Çiçeklere bile bakamazken, nereden geliyordu ki bu özgüven? İlla da yalnız yaşamalıyım, illa tek ‘ben’ olmalıyım, illa kendimi önce kendime kanıtlamalıyım. Neden?!

            Hayatımın en zor günlerini geçiriyor olabilirdim. Belki daha da zorları bekliyordu beni. Hatta belki değil, muhakkak.
Niyeydi bunca inat?
Kimeydi?

            Ben bile bilemeyecektim, öğrenemeyecektim hiçbir zaman. Kimseyle konuşamayınca yapışıveriyordu o kalem elime işte. Anlatsam anlamıyor, dinlemiyordu hiçbiri.
Dozu biraz arttıralım. Acının dozundan bahsediyorum. Kişinin kendisine çektirebileceği acının sınırları gibi mesela.

            Bir şehrin bir insanı nasıl yuttuğunu gördüm. Nasıl da içine hapsettiğini. Ama bile isteye seçti bunu insan. Özgür kararıydı o şehir. Yine de şehir onu kabullenmedi, şehir ona ihanet etti. Basmadı bağrına işte o küçük çocuklar gibi. Her şey nasıl da üst üste gelirdi öylece. Hep böyle olmaz mıydı zaten?
Limanın inci gibi dizilmiş ışıkları ayaklarımın altındaydı o akşam. Sn 72 saattir tek bir iyi gelişme olmamıştı hayatımda. Beklentim de yoktu. Her şeyi akışına bıraktım o akşam, hep yaptığım gibi. Ve yine hiçbir şey rayına girmedi, daha da tepetaklak olduk zamanla. Gitgide daha çok yıprandık hepimiz. Neydi ki bizden istedikleri?
Büyük umutlarla her gidişimde döndüğüm bu şehirde, yapamamıştım işte. Kendimi kanıtlayacaktım, olmadı. Ayaklarım yere çok sağlam basacaktı, yine olmadı. Vazgeçmiş değilim, bazısı için hala üç peynir kadar boyum. Küçüğüm daha çok…
Kendimizden başka kimseye zarar verdiğimiz de yoktu oysa.
  
            Gözü ‘adam’ aramaz mı insanın? Zaten kaç tane kaldı ki değil mi?
Despina ‘adamının’ yokluğunda rakısını onun gibi dublelerin dublesi içer olmuştu, sigarasını da. Tıpkı onun gibi dibine dibine, filtresi dudağını yakasıya kadar içiyordu.
“Bu pantolon sana çok yakışıyor.” Demişti Despina. “Bana en çok sen yakışıyorsun.” Olmuştu cevabı.
Daha birkaç gündür birlikteydiler bu sonsuz güveni aşılayacak sözleri ettiğinde. Ansızın kapılmışlardı birbirlerine.




“Hiçbir plan yapmadan üstünde bulunduğu salı nehrin sürüklemesine izin vererek yaşıyordu. Sonu belki köpürmüş bir çavlanda biterdi, belki sakin bir kıyıda. Bilemiyordu.”

LİVANELİ, Zülfü, Konstantiniyye Oteli, Syf. 121

04/07
05:37

Konyaaltı’nda huzurlu bir sabah. / Günün en güzel saatleriydi onlar.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder