Uykularımızı
Kaçıran Düşünceler
***
Hepimizin
hasreti bir memleket. Ankara’sı, Muğla’sı, İzmir’i, Samsun’u… Ailesi, gerçek
ailesi! Bazısının gitmek için değil de dönmek için can attığı, benim gibilerin
ise dönmemek için sınavını verdiği. Çiçeklere bile bakamazken,
nereden geliyordu ki bu özgüven? İlla da yalnız yaşamalıyım, illa tek ‘ben’
olmalıyım, illa kendimi önce kendime kanıtlamalıyım. Neden?!
Hayatımın
en zor günlerini geçiriyor olabilirdim. Belki daha da zorları bekliyordu beni.
Hatta belki değil, muhakkak.
Niyeydi bunca inat?
Kimeydi?
Ben bile bilemeyecektim, öğrenemeyecektim hiçbir zaman. Kimseyle konuşamayınca yapışıveriyordu o kalem elime işte. Anlatsam anlamıyor, dinlemiyordu hiçbiri.
Dozu biraz arttıralım. Acının dozundan bahsediyorum. Kişinin
kendisine çektirebileceği acının sınırları gibi mesela.
Bir
şehrin bir insanı nasıl yuttuğunu gördüm. Nasıl da içine hapsettiğini. Ama bile
isteye seçti bunu insan. Özgür kararıydı o şehir. Yine de şehir onu
kabullenmedi, şehir ona ihanet etti. Basmadı bağrına işte o küçük çocuklar
gibi. Her şey nasıl da üst üste gelirdi öylece. Hep böyle olmaz mıydı zaten?
Limanın inci gibi dizilmiş
ışıkları ayaklarımın altındaydı o akşam. Sn 72 saattir tek bir iyi gelişme
olmamıştı hayatımda. Beklentim de yoktu. Her şeyi akışına bıraktım o akşam, hep
yaptığım gibi. Ve yine hiçbir şey rayına girmedi, daha da tepetaklak olduk
zamanla. Gitgide daha çok yıprandık hepimiz. Neydi ki bizden istedikleri?
Büyük umutlarla her gidişimde
döndüğüm bu şehirde, yapamamıştım işte. Kendimi kanıtlayacaktım, olmadı.
Ayaklarım yere çok sağlam basacaktı, yine olmadı. Vazgeçmiş değilim, bazısı
için hala üç peynir kadar boyum. Küçüğüm daha çok…
Kendimizden başka kimseye zarar
verdiğimiz de yoktu oysa.
Gözü
‘adam’ aramaz mı insanın? Zaten kaç tane kaldı ki değil mi?
Despina ‘adamının’ yokluğunda
rakısını onun gibi dublelerin dublesi içer olmuştu, sigarasını da. Tıpkı onun
gibi dibine dibine, filtresi dudağını yakasıya kadar içiyordu.
“Bu pantolon sana çok yakışıyor.”
Demişti Despina. “Bana en çok sen yakışıyorsun.” Olmuştu cevabı.
Daha birkaç gündür birlikteydiler
bu sonsuz güveni aşılayacak sözleri ettiğinde. Ansızın kapılmışlardı
birbirlerine.
“Hiçbir plan yapmadan üstünde
bulunduğu salı nehrin sürüklemesine izin vererek yaşıyordu. Sonu belki köpürmüş
bir çavlanda biterdi, belki sakin bir kıyıda. Bilemiyordu.”
LİVANELİ, Zülfü, Konstantiniyye
Oteli, Syf. 121
04/07
05:37
Konyaaltı’nda huzurlu bir sabah.
/ Günün en güzel saatleriydi onlar.