22 Kasım 2014 Cumartesi

Nasılsın Kızım?

Nasılsın kızım? Anlat bana hikayeni, kimler üzdü gözlerini?
Nasılsın kızım? Söyle bana kendini, neler kırdı kalbini?
O taze saçlarda kimlerin eli yaşlanmış dumanlı nefesleri
Hoyratça itişleri, görgüsüz asaletsiz üzüşleri

Sen neler neler çektin ben biliyorum
Dokunsam ağlarsın hissediyorum
Hüzün zamanı geçti, onlar eskidendi bitti, hepsi geçti…

-Unutursam Fısılda, 19/11/2014-


Geçmedi Hümeyra abla geçmedi, geçmeyecek de.
Keşke bu şarkıyı biri kulaklarıma fısıldasa şimdi.
Aynı anda birden fazla şeyi düşünüp, kafa yorup, dert etmek sence de biraz fazla değil mi Yasemin?
Kesinlikle öyle ama, elden başka da bir şey gelmiyorsa demek ki.
Biz kendimizi kurtaramadık işte Despina. Yok, olmadı yani. Hele çalışmak için adeta malum bölgelerimizi yırttığımız şu günlerde, yok yine kurtaramadık kendimizi.
Kurtulup anılardan, yarınlara sarılamıyoruz işte. İllaki bir şeyler ters gidecek.
Yine de “Hep beni mi bulur? NEDEN BEN?” Demeyeceğim sana Allah’ım.
En mutlu anları tattığımda demiyordum çünkü “Neden ben?” diye.
Şimdi de demeyeceğim. Belki ben hak etmişimdir. Belki şu gariban hayatımda birkaç sınav daha vermem gerekiyordur.
Sadece imreniyorum. O güzel, mutlu, dertsiz demesek de az dertli ailelere. Çok imreniyorum.

“Sen unutan olacaksın, ben hatırlayan, tam tersiyken hakkaniyetli olan...”



Birkaç yıl sonra okuyun bunu.

Açılış şarkısı!


    Ben dilinde bir şeyler yazmak istemiyorum. Ben aslında şöyleyim, ben şöyle severim, benim tarzım şudur budur, ben her şeyin iyisini bilirim bla bla bla. Cümle içine İngilizce sokuşturmaları da sevmem aslına bakarsanız ama bu detay bile bir bencilik. Bakınız bencillik değil, ben-cilik. Kişinin dünyayı kendi etrafında döndürüşünü sevmem, evet “Her şeyden önce sen gelirsin” ve “Senden değerli hiçbir şey yok” tırıvırıları ne kadar doğru bir o kadar da teselli edici olsa da kendimizi fazla ön plana koymadan bir şeyler anlatabilmeliyiz karşımızdakilere. Bu da varoluşumun en uzun cümlesi olarak kayda geçsin lütfen.
      Sözün özü; dinlemeyi bilmeli insan. Çevremde, çevremizde bu çok basit görünen şeyi başarabilen pek çok insan yok. Herkes iyi bir dinleyici olduğunu iddia edebilir ama iyi bir dinleyici olduğuna inandığım çok nadir insan tanıdım şu kısa ömrümde. Belki de şımarık insanların beni bezdirmesindendir bu serzenişlerim. Biraz dinleyin be bizi. Anlatacak çok şeyimiz var. Biraz oturun bekleyin, sözümüzü kesmeyin hele ne ufuklar açacağız önünüzde. Yeni ufukların sevdalısı olan ben başkalarının hayatlarına küçücük de olsa bir pencereden bakabilmeyi sevmişimdir her zaman. Neden küçücük bir pencere? Çünkü herkesin sakladığı en az bir, en fazla milyonlarca yüzü vardır. Sana göstermek istediği pencereyi açar ve oradan öyle boş boş bakarsın içeriye.
     Hala el yazmaları döneminde olsaydık eminim ki benden olurdu. Benden olurdu ya. El yazımda özgürlüğüm var çünkü. Teknoloji düşmanlığı değil bu evet şuanda da tek bir kelimeden sonra kayıp gidiveriyor ellerimden ama yine de el yazımı ayrı bir seviyorum. O benim özgürlüğüm. Teknoloji düşmanı falan da değilim bu konuda anlaşalım, ömrümüz kaç iPhone daha görmeye yetecekse sanki. Meslektaşım Mandıra filozofu der ki bunu bulan Steve Jobs bile dört tanesini görebildi. Çok kasmayalım yani teknoloji derken. O yeter. Bunu fakirliğimden söylüyor olabilme ihtimalim de yüksek tabi belki de evim meşhur Macbooklarla dolu dizayn da olabilirdi. Nasip.
Teknolojiyi doğru ve yerinde kullanma taraftarıyım tabii. Tüm Türk halkı gibi. Eski sevgilimizin yeni sevgilisinin çeşitli sayfalarını takip etmek dışında bir şeyler yapabilmek gibi mesela. Sizlere bu konuda uzman birini gösterebilirim; Petemon. Muhtemelen siz bu satırları okurken çok sevgili kız kardeşim çoktan bir fenomen haline gelecektir. Hatta boyu kadar kitap yazmış şuanda Ankara’da bir imza günü veya söyleşi gerçekleştiriyor olabilir. Kim bilir.

-          "Hindistan cevizine seni bulasalar yerim Yasemin!"
/ Petek Oturanoğlu, Ekim 2014, Manisa.